Herşey Burada || Tekrar Sizlerle
Sitemize uzuun bir aradan sonra tekrar hoşgeldiniz .. !

Herşey Burada || Tekrar Sizlerle
Sitemize uzuun bir aradan sonra tekrar hoşgeldiniz .. !

Herşey Burada || Tekrar Sizlerle
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Atatürk&Sanat

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
DragonMaster
Admin
Admin
DragonMaster


Mesaj Sayısı : 58
Kayıt tarihi : 31/01/10
Nerden : Sanane la

Atatürk&Sanat Empty
MesajKonu: Atatürk&Sanat   Atatürk&Sanat I_icon_minitimeSalı Şub. 02, 2010 5:03 pm

Atatürk ve Sanat
Genç Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında ve Kurtuluş Savaşı için başlama
gongunu çaldığında ne arkasında donanımlı, tam teçhizatlı bir ordu, ne
bir büyük rütbe, ne bir dini sıfat, ne de tonlarca külçe altın vardı. O
yalnız bu büyük manevrayı beraber örgütleyeceği halkına güveniyordu.
Onlarla beraber adım adım, tırnaklarıyla toprağı kazarak, tarihin akış
yatağını değiştireceği unutulmaz hamleleri hazırlayacaktı.

<TABLE style="ZOOM: 1" border=0 jQuery1265122864411="12" sizset="0" sizcache="1">

<TR jQuery1265122864411="10" sizset="0" sizcache="1">
<td style="BORDER-TOP: black 1px solid" colSpan=3 jQuery1265122864411="9" sizset="0" sizcache="1">Atatürk&Sanat Kitap-ust-110</TD></TR>
<TR jQuery1265122864411="38" sizset="1" sizcache="1">
<td style="BORDER-LEFT: black 1px solid" jQuery1265122864411="37" sizset="1" sizcache="1">Atatürk&Sanat Spacer</TD>
<td jQuery1265122864411="41" sizset="2" sizcache="1">Atatürk&Sanat 50287</TD>
<td style="BORDER-RIGHT: black 1px solid" jQuery1265122864411="43" sizset="3" sizcache="1">Atatürk&Sanat Spacer</TD></TR>
<TR jQuery1265122864411="46" sizset="4" sizcache="1">
<td style="BORDER-BOTTOM: black 1px solid" colSpan=3 height=1 jQuery1265122864411="45" sizset="4" sizcache="1">Atatürk&Sanat Spacer</TD></TR></TABLE>
Atatürk ve Sanat
Prof. Dr. Cemal Anadol/ Mehmet Kara

Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919′dan Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim
1923 tarihine kadar geçen o kısa sürede halkıyla beraber yükseldi ve
onlarla birlikte tarih yarattı. Cumhuriyet’in kurulması yolunda seve
seve canını veren bu isimsiz kahramanlar halkın ta kendisiydi.

Cumhuriyet’in temel harcını koyan bu insanlarla Mustafa Kemal
arasında oluşan bu güven ve dayanışma paha biçilmez bir zenginlikti.
Belki bu yüzden de Ulu Önder dünyada başka hiçbir devrimcinin
girişemeyeceği boyutta değişimleri inanılmaz kısa sürede yaşama
geçirmeyi başardı. Kıyafet Devrimi, Harf Devrimi, Medeni Kanun, Anayasa
bu inanılmaz atılımın ilk akla gelen öğeleri oldu. Zaten Mustafa Kemal
her kararını, her eylemini, her devrimini de kurduğu mecliste halkın
temsilcileriyle tartışarak, oylayarak, demokratik olarak kabul
ettirerek gerçekleştirdi. 2. Cumhuriyetçilerin iddia ettiği gibi hiçbir
atılım tepeden inme ve zorlamayla olmadı.
“Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resmin
üzerinde dursaydım, Harbiye’de dört duvar arasında kapanıp kalmazdım.
Mehtaplı gecede okuldan kaçıp buraya gelir ve şiir yazardım. Sabahleyin
ortalık aydınlanır aydınlanmaz da resim yapmaya başlardım”
Lord Kinross’un kitabından yaptığımız bu alıntı, Mustafa Kemal’in her
şeyden önce bir birey olarak sanata ne kadar yakın durduğunu bize en
iyi anlatan verilerden biridir. M. Kemal içinden çıktığı Osmanlı
İmparatorluğu’nun düşüş nedenleri arasında kültürel temele dayalı
olanları çok iyi görmüştür. “600 yıllık Osmanlı döneminin son 300 yılı
yenilgi ve çöküntülerle geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıl
boyunca egemenlik kurması hep onun büyük örgütlenme gücünde ve hukuk
düzeninde görülür. Ama Osmanlı’nın o görkemli fütuhat döneminde
Avrupa’nın ortaçağ düşüncesi içinde olduğu, yani Osmanlı karşısında
güçsüz kaldığı düşünülmez; Rönesans’la birlikte Avrupa uyanıp bilim,
sanat ve teknik alanda büyük ilerleme yaparak güçlenince, ona ayak
uyduramayan Osmanlı Devleti’nde de yenilgi ve çöküntüler başladığı
nedense görülmez. Avrupa’da bilimsel düşünüş daha önce başlamış
olsaydı, o ‘mükemmel teşkilat’ işe yarar mıydı acaba? Avrupa’nın
teokrasi içinde olması yüzünden bilimsel düşünüşü gerçekleştirememesi
ve bilimin gelişmemiş olması Osmanlı fütuhatlarına karşı durmasını
engelleyip geciktiriyordu. Ancak yeniden doğuşla birlikte uyanan
Avrupa, bilimsel kültürel gelişmesiyle Osmanlı egemenliğini
kırabilmiştir”.[1]
M. Kemal her şeyden önce büyük bir asker, devlet adamı, diplomat
olmanın ötesinde, büyük bir kültür devrimcisi ve gerçek medeni bir
‘rafine sanatsever’, mükemmelliyete erişmiş bir ‘Aydınlanma Dehası’dır.
Hayatının her noktası ve vücudunun her zerresiyle Atatürk ömrü boyunca
her fırsatta sanata ve sanatçıya yakınlığını en açık şekilde ortaya
koymuştur. 1919′da Ankara’da yerleştiği bağ köşkünün oturma odasında
Molteke’nin alçıdan bir büstü ve Bonaparte’ın aynı büyüklükte yarım bir
heykeli vardır. Kendisi cephede bile her fırsatta Alphonse Daudet,
Rousseau ve Tevfik Fikret gibi birçok Türk ve yabancı yazarı okuyacak
kadar kendini edebiyatla ve kitaplarla geliştirmeye açık tutmuştur.
Ayrıca, hangi zor şartlar içinde yaşarsa yaşasın, Mustafa Kemal daima
bulunduğu ortamın en şık giyinen insanı olmuştur. Adeta bir moda
tasarımcısı veya bir karizmatik manken gibi iddialı ve temiz
giysilerini taşır. [2]
Sürekli olarak kütüphanesi ve ansiklopedileri, dil kitapları ile
kendini geliştirmesi, dansı ve güzel içkileri, sohbeti sevmesi onu bir
yaşam artisti haline getirmektedir. Paris, Berlin, Viyana ve Sofia’da
bulunmuş olmak, ileri uygar toplumların yaşayış stilini yakından
görmek, Mustafa Kemal’de büyük bir imrenmeyle beraber, bu toplumların
seviyesini Türkiye’de aşma arzusu yaratmıştır.
Dolayısıyla Alman şehirci Jantsen’i getirterek Ankara’ya çağdaş bir
görünüm veren M. Kemal, ayrıca daha Cumhuriyet’in ilanından bile önce,
1 Mart 1923′de bu konuda hedeflerini ortaya koymuştur: “Vatanın önemli
merkezlerinde modern kitaplıklar, konservatuvarlar, müzeler, güzel
sanatlar sergileri kurmak, bütün ülkeyi basımevleri ile donatmak”.
Bu önemli karar lafta kalmadı ve uygulamaya hemen geçildi. Sonucunda
da 1923′de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi kuruldu, bunu Antalya,
Bursa ve Edirne Arkeoloji müzeleri izledi. 1 Nisan 1924, Topkapı Sarayı
eşyaları ile müzeye çevrildi. 24 Kasım 1934′de Ayasofya, 1925′de Eski
Şark Eserleri Müzesi, 1926′da Konya Mevlana, Tokat, Amasra ve Sinop
Müzeleri, 1927′de İslam Eserleri Müzesi, İzmir, Sivas, 1929′da Kayseri,
1931′de Afyon Müzesi, 1934′de Efes, Diyarbakır, 1935′de Manisa,
Silifke, Isparta, 1937′de Dolmabahçe Sarayı’nın bir bölümü Resim ve
Heykel Müzesi olarak düzenlendi.
Oldukça tutucu bir yapıda olan o günkü toplum yapısını
çağdaşlaştırmaya gayret ettiği günlerde, ilk meclisinde bir hoca mebus
“Bu asri kelimesi ne demektir?” diye sorunca, reis yerinde bulunan
Mustafa Kemal “Adam olmak demektir hocam, adam olmak” der.
Birçok ressamla tanışmış, onlarla yakın dostluklar kurmuştur. “Büyük
Sanatçı” olarak nitelediği İbrahim Çallı’yı defalarca sofrasına davet
etmiştir. Mihri Müşfik hanım ise, en sevdiği portresini yapan ressamdır.
M. Kemal sanatçının neyi nasıl yapması veya yapmaması konusunda
hiçbir baskı veya tavır koymaz. Onun kafasındaki sanatçı, tabii ki
dokunulmazlığı olan ve her şeyden önce özgür olan bir yapıdadır. Bir
istisna anektodu ise şudur: Bir Yunanlı’nın göğsüne süngüsünü saplayan
Mehmetçik’i betimleyen bir tablonun kendisine gönderilmesi üzerine
“Kapatın ve kaldırın şunu… Ne iğrenç bir manzara, gönderenin şaşarım
aklı perişanına” diye tepki gösterir.
O bir sanat eserinin bile uluslararası dostluklara ve barış kavramına
karşı gelmesine müsamaha gösteremeyecek kadar temiz ve tutarlı bir
çizgide kalacaktır.
Cumhuriyet’in 10. Yılı’nda Anadolu’ya “Yurt Gezileri” adı altında
ressamlar gönderilir. Yapılan resimler, Ulus’ta 1947 yılında yanan Eski
Maarif Vekaleti binasının çatı katında “Türk İnkılap Sergisi” adı
altında sergilenir. Açılışı bizzat kendi yapar. Saatlerce sergide
kalır. Tüm resimleri dikkatle inceler. Sergide Çallı İbrahim de vardır.
O’na “Efe hiç böyle örtü üzerine oturur mu” ya da “Nerede bu üçünün
(efelerin) atları?” gibi sorular yöneltir. Aslında sanatçıların
işlerine hiç karışmaz.[3] Amaç, onların şevkle çalışmasıdır.
Sergilerdeki yapıtların alınması için çevresine önerilerde bulunur.
O’nun yarattığı yeni Ankara, sanatçıların uğrağı olur ve sonunda
1929′lardan bu yana bu yeni bozkır kentine yerleşmeye başlarlar.[4]
Atölyelerin harıl harıl çalıştığı görülür. Yabancı heykelciler de
çağrılır.[5] Yarışmalar düzenlenir. Binalara sanat yapıtları girmeye
başlar. Cadde ve meydanların heykellerle donandığı görülür. Sanat
sergileri başkentte birbirini izler.
Bütçesi 198 milyon iken, 1927′de 4. Ankara Sergisi’nde “Maarif
Vekaleti”nin aldığı 34 tablo karşılığı 2300 TL. ödenmiştir. Bugünkü
bütçeyle oranlarsak 2 trilyon eder. Ülke, savaştan çıkalı henüz 5 yıl
olmuştur.[6] Bunu günümüzün sanata ve sanatçıya tek kuruşluk bir katkı
yapmaktan kaçmak için olmadık kılıflara bürünen çağdaş (!) devlet
anlayışı ile Büyük Önder’in tavrını kıyaslayabilir misiniz?
Atatürk’ün özel ilgi alanlarından birisi de arkeoloji olmuştur. Türk
kültür varlıklarının kazılarla gün ışığına çıkarılması, korunup
sergilenmesine, tarih için bir belge olarak kullanılmasına büyük önem
vermiştir.[7] Alacahöyük, Eti Yokuşu gibi kazılara bizzat katılmış,
tiyatro, müzik, Karagöz, halkoyunları gibi güzel sanatların bütün
alanlarıyla yakından ilgilenmiştir.
Tiyatroya ve sinemaya verdiği önem de son nefesini verdiği yıla kadar
hep gündeminde kalmıştır. Muhsin Ertuğrul, Bedia Muvahhit gibi
isimlerin birçok oyununu takip eden Atatürk, sinemanın da parlak
geleceğini keskin zekasıyla en başında tespit etmiştir:
“Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini
tanımalarını, sevmelerini temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki
görüş ve düşünüş farklarını silecek; insanlık idealinin tahakkukuna en
büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz…”
Cumhuriyet’in kurulduğu yıl, 1923′de Bursa’da yaptığı bir konuşmada,
kelimelerin üstüne basa basa heykelin ülkenin sanatla olan
ilişkisindeki yerini vurgulamış, dinimizin canlı tasvir yapmaya ve
heykel dikmeye karşı olduğunu öne sürenlerin yanılgı içinde bulunduğunu
vurgulamıştır:
“Dünyada medeni, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir ulus,
mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya
buraya tarihi anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia
edenler, din hükümlerini gerektiği gibi araştırıp incelememiş
olanlardır. Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, fennin
gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli o ulusun ilerleme yolunda
yeri yoktur. Halbuki ulusumuz, gerçek araçlarıyla ve ileri olmaya
layıktır ve olacaktır” tezini büyük bir ustalık ve ciddiyetle ortaya
koyan Atatürk, fikir hareketlerini sistemleştirmiş ve sanatı başlıca
görevleri arasına almıştır.

<TABLE style="ZOOM: 1" border=0 jQuery1265122864411="52" sizset="5" sizcache="1">

<TR jQuery1265122864411="50" sizset="5" sizcache="1">
<td style="BORDER-TOP: black 1px solid" colSpan=3 jQuery1265122864411="49" sizset="5" sizcache="1">Atatürk&Sanat Kitap-ust-110</TD></TR>
<TR jQuery1265122864411="59" sizset="6" sizcache="1">
<td style="BORDER-LEFT: black 1px solid" jQuery1265122864411="58" sizset="6" sizcache="1">Atatürk&Sanat Spacer</TD>
<td jQuery1265122864411="62" sizset="7" sizcache="1">Atatürk&Sanat 50287</TD>
<td style="BORDER-RIGHT: black 1px solid" jQuery1265122864411="64" sizset="8" sizcache="1">Atatürk&Sanat Spacer</TD></TR>
<TR jQuery1265122864411="67" sizset="9" sizcache="1">
<td style="BORDER-BOTTOM: black 1px solid" colSpan=3 height=1 jQuery1265122864411="66" sizset="9" sizcache="1">Atatürk&Sanat Spacer</TD></TR></TABLE>
Atatürk ve Sanat
Prof. Dr. Cemal Anadol/ Mehmet Kara

3 Mart 1924′de çıkarılan üç yasayla (Halifeliğin kaldırılması, Din
işleri ve Evkaf Başkanlığı’nın kaldırılması, Eğitim ve Öğretim Birliği)
ulusun önünü açan M. Kemal’in girişimleriyle, 1931′de Türk Tarih
Kurumu, 1932′de Türk Dil Kurumu kuruldu. Üniversite reformu 1933′da
yapıldıktan sonra 1936′da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Devlet
Konservatuvarı da hayata geçebildiler.
Bu 1924 tarihli üçlü yasanın en önemlisi “Tevhid-i Tedrisat” yani
“öğretmi birleştirme” yasasıydı. Mustafa Kemal eğitim için “Eğitimdir
ki bu ulusu ya özgür, bağımsız, ünlü ve yüce bir toplum olarak yaşatır,
ya da tutsaklığa sürükler” demişti. Özellikle Hasan Âli Yücel’in
bakanlığı döneminde eğitimde birçok hamle yapıldı. 17 Nisan 1940′da Köy
Enstitüleri Yasası devreye girdi. Ülke, 21 eğitim bölgesine ayrıldı ve
biner öğrencilik yatakhaneli, eğitim, kültür ve sporu ön plana çıkaran
aydınlık siteleri kurulmuş oldu. Köy Enstitüleri ve Halkevleri genç
Cumhuriyet’in yüz akı oldular. Edebiyat, resim, folklor, el işleri ve
her türlü sanatsal faaliyet yurdun her noktasından başlayarak
vatandaşların buluşup beraberce kendilerini geliştirebildikleri
kültürel kozalar haline geldi.
Şayet Köy Enstitüleri ve Halkevleri büyüyerek varlıklarını
sürdürebilselerdi bugün çağdaş sanat, jazz, klasik müzik, dünya
edebiyatı gibi konular herhalde 3-5 milyonun değil, 30-40 milyonun ilgi
alanı içine girerdi. Türkiye’nin yetiştirdiği dünyaca ünlü sanatçı
sayısı çok daha fazla olurdu. Ve toplum bugün olduğu gibi medyanın
dayattığı yoz bir kültür anlayışına esir düşmezdi.
İstememesine karşın kendi heykellerinin dikilmesine izin vermesi,
heykel ve resim yapmanın günah olduğu düşüncesindeki bir toplumun
yaşamına sanatı sokma amaçlarından biri olarak değerlendirilmelidir.[8]
O tutucu ortamda meydanlara anıt diktirebilmenin anlamını, heykellerin
kırıldığı ve kaldırıldığı, sanatın içine tükürenlerin ülkeyi idare eder
duruma geçtiği bugünkü ortamda daha iyi kavrayabiliyoruz.
Ne de olsa sonuçta sanatla ilgili en meşhur sözleri, “Efendiler,
herkes mebus olabilir, başvekil olabilir ve hatta reisicumhur olabilir
ama sanatkar olamaz, sanatkar el öpmez, eli öpülür” “Sanatkar,
cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk
hissedendir” ve “Sanattan uzaklaşmış bir toplumun en önemli hayat
damarlarından biri kopmuştur” gibi iddialı olanlardır.
Tutuculuğu yenmek için kendi karizmatik görüntüsünü “kullanıma açmaya”
izin verecekse, bu fazlasıyla değer ve “amacına hizmet eden” bir
ödündür!
Umalım ki 21. yüzyıldan itibaren bu ülke, artık geçen yüzyılda
başaramadıklarının acısını içinde taşıyarak sanata hizmet etmeyi gerçek
anlamda içinde hissederek sorumluluk alan yeni devlet adamlarıyla
tanışsın.
Yine umalım ki, sahte demokrasi yorumlarıyla Mustafa Kemal’e sinsi
düşmanlıklar planlayan kimi medyatik yazarlar çizerler de bugün sanat
ve yazın alanında kullandıkları tüm özgürlükleri büyük öndere borçlu
olduklarını anlasınlar ve şer odaklarının küçük maşaları olmaktan
vazgeçsinler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
ayboos
Admin
Admin
ayboos


Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 31/01/10

Atatürk&Sanat Empty
MesajKonu: Geri: Atatürk&Sanat   Atatürk&Sanat I_icon_minitimeSalı Şub. 02, 2010 7:51 pm

Güzel konu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://herseyburada.forumotions.net
 
Atatürk&Sanat
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Canlı Türk Sanat Müziği Dinle=>

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Herşey Burada || Tekrar Sizlerle :: --GeneL-- :: Kültür&Sanat-
Buraya geçin: